top of page

Kalabalıklar İçinde Kaybolmayan Yalnızlık

  • Yazarın fotoğrafı: musa yıldırım
    musa yıldırım
  • 11 Haz 2022
  • 4 dakikada okunur

Yalnızlık insanoğlunun doğasında vardır. İnsan yaşamında yalnızlığın ortaya çıkışı fiziksel sınırlarıyla ilgilidir. Bir bedene sahibiz ve bir bedene sahip olmak bizi diğer kişilerden ayrı tutan en önemli özelliktir. Fiziksel sınırları olan ve bu fiziksel sınırlar içinde yaşamını sürdüren herkes biraz yalnızdır. Fakat bu hayatımızın kısa bir döneminde böyle değildi.




Ana rahmine düşmemizden başlayıp doğumumuza kadar olan süreçte bir kordon vasıtasıyla bedenimizle doğrudan bir bağlantı vardı. Doğduktan sonra bu bağlantı koptu ve dünyaya gelmemizle birlikte büyük bir devrim yaptık. Kendimize ait olan bir donanımla (ağız yoluyla) beslenmeye başladık. Anne karnındayken yüksek düzeyde bağımlı olan insan yavrusu doğumla birlikte biraz daha özgürleşir. Bu özgürleşmeye kaynaklık eden temel faktör kordun yoluyla beslenmekten ağız yoluyla beslenmeye geçmektir. Fakat hala bağımlılık düzeyimiz oldukça yüksektir. Bebeklik döneminde çok hızlı bir gelişim gösteririz. Konuşmaya başlayarak iletişim kurmayı, yürümeye başlayarak keşfetmeyi öğreniriz. Gelişen her alan (fiziksel, duygusal, sosyal, bilişsel), beraberinde yeni becerileri yaşamımıza sokar. Böylelikle bağımlılık oranımız gittikçe azalırken özgürlük alanımız genişler. Diğerlerine olan ihtiyacımız her zaman sürecek olsa da doğduktan bir müddet sonra kendi ayaları üzerinde durabilen, kendi ihtiyaçlarını karşılamak konusunda yeterli olabilen canlılar haline geliriz (en azından beklenen budur).


Gelişim hikayesi açısından baktığımızda yalnızlık, elde edilen bir kazanım ya da ulaşılan bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Her isteyenin tercih edebileceği bir şey değil. Çünkü ancak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek olgunluğa ulaşabilen insanlar yalnızlıkla buluşabiliyor. Aksi halde ilişkisel bağımlılıklara mecbur kalıyoruz. Diğer insanlar olmadan karar bile veremiyoruz. Bu yanıyla yalnızlık bir kazanç, güç, olgunluk ve yetişkinlik göstergesi olarak görülebilir. Mesela bir insan “ben bu yolları yalnız aştım” derken tam da bunu kastediyordur. Karşısına çıkan güçlüklerde nasıl mücadele ettiğini, güçlü yönlerini nasıl kullandığını, aslında hayatla mücadele etmek konusunda ne kadar mahir olduğunu, yılmadığını anlatmaya çalışıyordur. Bu yalnızlığın pozitif yanıdır. Geliştikçe, güçlendikçe ve hayatla baş edebilir hale geldikçe özgürleşiriz. Eğer istersek yalnızlığı tercih edebiliriz.




Yalnızlığın bir anlamı daha vardır. Biraz önce bahsettiğimiz yalnızlık, kazanılan bir yalnızlıktı. Fakat yalnızlık her zaman kazanılan bir şey değildir. Bazı yalnızlıklara mecbur kalırız. Anne karnındayken anne ile bağlantı kurduğumuz kordon doğumla birlikte yok olur. Her ne kadar kordon yok olsa bile anne-çocuk arasındaki bağlantı güçlenerek sürmeye devam eder (her anne-bebek ilişkisi için böyle olmasını umarım). Bu bağlantı yaşamın ilk yıllarında bebeğin temel ihtiyaçlarının karşılanması için sürmek zorundadır. Fakat bu bağlantının sadece fizyolojik ihtiyaçlara cevap vermesi yeterli değildir. Bir bebek yaşamın ilk yıllarında kendini, diğer insanları ve dünyayı anlamaya çalışır. Beynindeki nöronlar gün geçtikçe artarken öyle bir örgütlenirler ki bebek, kendisi, diğer insanlar ve dünya hakkında birtakım çıkarımlarda bulunur. Bu çıkarımlar zamanla güçlenir ve bir insanın inancı haline gelir. Örneğin, bakım vermek konusunda etkili davranış geliştiremeyen bir ebeveyn düşünelim. Çocuğunu emzirirken “canım yanıyor, sıkıldım senden, doymak bilmez misin sen?” gibi cümlelerle çocuğa baktığını düşünelim. Bu cümleleri sarf eden anne muhtemelen öfke, sıkkınlık, sabırsızlık gibi duygular yaşıyordur. Bir bebek henüz cümlelerin anlamlarını anlayamayabilir fakat duyguları anlamakta tam bir ustadır. Bir yanda karnı aç olan bir bebek diğer yanda karnı aç olan bebekten bıkmış bir anne (bebek büyütmek çok yorucu bir iştir). Bu sırada bebek şunu öğreniyor olabilir, “biri benim ihtiyaçlarımla ilgileniyorsa ben ona yük oluyorumdur.” İhtiyaçları karşılanırken kendisinden memnun olunmayan bütün insanlar, “biri benim ihtiyaçlarımla ilgileniyorsa ben ona yük oluyorumdur.” gibi bir öğrenme gerçekleştirmeyebilir. Fakat hak ettiği şeyleri alırken bile kendini suçlu hisseden, sanki yükmüş gibi hisseden insanların birçoğu doyumlu bir duygusal bakım alamamıştır.




Bebeklik yıllarında bakım alırken kendisiyle duygusal bağlantı kurulmayan, fiziksel ihtiyaçları giderilirken duygusal ihtiyaçları ihmal edilen ve hatta istismar edilen kişilerin yaşadıkları bu durum, yetişkinlik döneminde ortaya ve nispeten kronik hale gelen yalnızlık duygularıyla nasıl ilişkilidir?

Bugünlerde birçok insan çevresinde onlarca kişinin bulunduğunu fakat kimsenin onu gerçek anlamda anlamadığını, kalabalıklar içinde yalnız hissettiğini ifade etmektedir. Bu çok yaygın bir söylem haline gelmiştir. İnsanlar ilişki kurmaktan korkuyor. Bu korkuyla başa çıkmak içinse kaçınıyorlar. Diğer insanlara yük olacağını düşüp geri duruyorlar. Bir hata yaptıklarında ya da olumsuz bir özellikleri ortaya çıktığında suçlanacaklarını ve eleştirileceklerini düşündükleri için mış gibi yapıyorlar. Yalnızlığı derinden yaşayan insanlar var. Bu dünyayı, bu dünyanın yükünü, yaşamın zorluklarını tek başına göğüslemek zorunda hisseden insanlar var. İliklerine kadar yalnız hissediyorlar. Çünkü diğerlerinin onlara yardım edemeyeceğinden çok eminler. Hatta diğerlerinin onları eleştireceğini, suçlayacağını ve yerden yere vuracağını adları gibi biliyorlar. Nereden biliyorlar? Kendi bilgeliklerinden! Kendi yaşam deneyimlerinden. Bir zamanlar yaşadıkları gerçekler onlara bunu öğretti. İlişkilerden beslenmenin imkânsız olduğunu, diğer insanların zalim, acımasız ve iki yüzlü olduğunu öğretti (bu öğrenmeleri doğru ya da yanlış olarak değerlendirmiyorum). Bunu öğrenen insan nasıl içten, doğal, olduğu gibi bir ilişki kurabilir? Neden en zayıf yanlarını, en aciz zamanlarını bir diğeri ile paylaşır? Dolayısıyla bazı insanlar için yalnızlık, ona göre kötü olan insanlardan korunmanın etkili bir yolu. Güven duyup hayal kırıklığı yaşamaktansa yalnızlığın soğuk fakat ne olacağı belli olan kıyılarında yaşamak daha anlamlı geliyor. Buna kim saçma diyebilir? Kimse ! Kendini güvende hissetmek, yük oluyormuş gibi hissetmemek, ilişkilerin zehrinden kendini korumak için yalnızlığı seçmek elbette anlamlı fakat bu seçimin sonuçları gerçekten insanlara iyi geliyor mu? Bazılar “Evet iyi geliyor.” diyebilir. Belki daha doğru olan soru şudur, “kendimizi korumak için seçebileceğimiz en iyi seçenek yalnızlık mıdır?” Öncelikle bunun kişisel bir tercih olduğunu belirtmem gerekir. Aynı zamanda en doğru tercihin, karışılabilecek muhtemel sonuçları bilinerek yapılan tercih olduğunu da hatırlatmak isterim. Yalnızlığı tercih etmenin pozitif taraflarını ele almıştık. Şimdi de bunun pekte işlevsel olmayan yönlerini inceleyelim.

Kendini korumak için yalnızlığı seçen insanlar YALNIZDIR. Ve yalnızlık çok uzun sürdüğünde birçok zorlayıcı duyguyu beraberinde getirir. Hatta birçok araştırma yalnızlıkla psikolojik sorunlar (depresyon, anksiyete, stres vb.) arasında pozitif ilişki bulmuştur. Yalnızlık neden zarar verir? İnsanlar temel duygusal ihtiyaçların nerdeyse tamamının ilişki içinde olduğu kişilerden karşılar. Karşılıklılık ilkesine dayanan bu durum çok insancıl ve doğaldır. Fakat yalnız hisseden kişiler duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri kaynakları bir risk-tehlik olarak gördükleri için sevgi, güven, ait hissetmek, eğlence gibi ihtiyaçlardan yoksun yaşarlar. Aslında bu ihtiyaçlarını karşılamak için bazı yüzeysel ilişkilere başvururlar. Fakat yüzeysel ilişkiler yaşadıkları yalnızlık nevrozunu daha da güçlendirir. Dolayısıyla acımasız ve yargılayıcı insanlardan kendini korumak için yalnızlığı seçmek demek, acımasız ve yargılayıcı insanlardan kendini korurken sağlıklı olabilecek ilişkileri de reddetmek anlamına gelebilir.

Yok mu bu işin bir orta yolu? Hem kötülerden kendimizi koruyalım hem de iyilerle dost olalım. Sevelim, sevilelim, güven duyalım, kabul görelim, kabul edelim, anlayışlı olalım, anlayış görelim, bir eksikliğimiz görüldüğünde tamamlanalım, birine yaramızı açtığımızda şefkatle karşılık bulalım? Olmaz mı? Keşke olsa! Keşke insan farkında olsa, anlasa, görse gözle görünmeyenleri ve duysa dile gelemeyenleri ve herkese karşı nazik olsa, anlayışlı olsa, kırmasa, kırılmasa. Fakat öyle değil. İnsanlar iyi niyetli davranırken kırabilir, sevmek istese bile korkabilir, yardım etmek isterken işleri berbat edebilir, korumak isterken boğabilir ve dahası. Bu diyalektik bilgiden sonra şunu bilmek önemlidir. Kaçınmamız ya da sınır koymamız gereken şey insanlar değil insanların davranışlarıdır. Yalnızlık sizi risklerden korur, insanların zorlayıcı davranışlarına karşı sınır koymak sizi hem risklerden korur hem de duygusal ihtiyaçlarınızı karşılamanız için alan açar.






 
 
 

留言


Abonelik Formu

  • instagram

©2020, musayildirim tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page